skip to Main Content

Yüzyılda Müslümanlara Yapılan Zulümler -1

https://www.furkannesli.net/yazilar/21-yuzyilda-muslumanlara-yapilan-zulumler-1

Yazar: Furkan NESLİ

Sayı: 131 (Mart 2022)

Bölüm: Dosya

 

Kıymetli okurlarımız, bu sayımızda “21. Yüzyılda Müslümanlara Yapılan Zulümler” başlığı altında yeni bir serinin başlangıcını yaparak genelde tüm insanlara özelde ise Müslümanlara yapılan zulümleri, yaşanan bazı kritik ve tarihe geçen olaylar çerçevesinde, yüzyılın zulüm gerçeğine ışık tutarak sizlere aktarmaya çalışacağız.

 

Yaşadığımız çağ, bir bilgi çağı ya da dijital çağ olarak adlandırılsa da bu çağın bizzat içinde bulunan tanıkları ve yaşanan olayların şahitleri olarak diyebiliriz ki: Dünya üzerinde bilginin ve dijital gelişimlerin yanı sıra kendini derinden hissettirerek öne çıkan unsur, insanın insana yaşattığı zulümdür. Temelde, yüzyıllar boyunca ideolojik dayanaklar, medeniyetler ayrılığı, şahsi ve toplumsal çıkarlar veya hanedan ihtirasları gibi unsurlar bir zümrenin bir zümreye yaptığı zulmün sebepleri arasında yer alsa da Kur’an-ı Kerim’de Allah Azze ve Celle’nin en temel sebebi açıkladığını görüyoruz: İnsan yeryüzünde halifelik misyonunu yüklensin diye yaratıldı ancak kendisine yüklenilen, yeryüzünün imarı ve ıslah görevini gerçekleştirmediğinde doğal olarak kan döken, bozgunculuk yapan, haddini aşan bir varlığa dönüştü. Bunun akabinde, yaratılış gayesine aykırı bir yol izleyen insan ve/veya kutsala dayanmayan anlayışlarla oluşan devlet mekanizmaları saldırganlaştı ve zulmetmeye başladı. Savaşların, zulümlerin ve bozgunların arkasında yatan temel sebep, temiz fıtratını şu ya da bu sebeple yitirmiş fitne ve ifsat anlayışına sahip insanların/kitlelerin oluşması olmuştur.

 

Her ne kadar hoş görülmese ve istenmese de bir insanlık ve devletler gerçeği olarak meydana gelen savaşların da bir hukuku vardır ve olmalıdır. Bu savaş hukuku kapsamında meydana gelen tahribatlar, savaş unsuru çerçevesinde normal karşılanabilir, tarihte olduğu gibi… Bir yandan kıskanılan ve bir yandan imrenilen ama aynı zamanda korkulan güçlü bir düşman olarak görülen ‘Müslüman’ imgesi, 18. Yüzyıldan itibaren dünya güç dengelerinin değişmesiyle birlikte yeniden tanımlandı ve en yalın ifadeyle ‘imha edilmesi gereken bir unsur’ olarak görülmeye başlandı. Tarihsel süreç içerisinde özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından siyasi olarak liberal demokrasinin küresel bir zafer ilan ettiği ve Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde emperyalist devletlerde izlenen genel politika içerisinde Müslümanlara ve İslam coğrafyasına yönelik politikalarda ise kesinlikle bir savaş hukukundan bahsetmek mümkün değildir.

 

Bir savaş hukukundan bahsedilemediği gibi saldıran ve saldırıya uğrayan milletler arasında bir denklik de söz konusu değildir. Bir tarafın devlet diğer tarafın bireyler olduğu bir mücadeleye savaş demek mümkün müdür? Bu çağda bir tarafın askeri ve dijital donanmasının son derece teknolojik olduğu diğer tarafın temel ihtiyaçlarını dahi sürdürmesine müsaade edilmeyerek saldırıldığı bir mücadeleye savaş demek ne kadar mümkündür? Adına “savaş” bile diyemiyor, adını bu şekilde koyamıyoruz. Savaşın bile ahlakının-hukukunun olduğu düşünülürse savaş denilmesi zulmedilenlere kavramsal olarak başka bir zulümdür. Özellikle Müslümanlara ve İslam coğrafyasına yapılanların adı en hafif tabirle “dinsel soykırım”, “zulüm”, “katliam” ve üst derecede “dünya üzerinde sindirilmiş ve itaat ettirilmiş bir topluluk istemi” ya da bütünüyle “bir imha etme projesi”dir.

 

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla, 20. Yüzyılın başına kadar doğu olarak bilinen yerde –sonrasında dünyanın merkezine Britanya konularak verilen adıyla- Orta Doğu’da yeni bir düzen meydana getirildi. Bu coğrafya kabaca 1950’lerden itibaren seküler diktatörlerce yönetilmeye başlandı. Sözde hepsi Arap milliyetçisi olan ve Arap uluslarını tek çatı altında birleştirmeyi ve Filistin’i işgalden kurtarmayı kendilerine hedef edinen totaliter yöneticiler, Orta Doğu’yu bölen, parçalayan ve paylaşan hegemon güçler tarafından iktidara getirilmişlerdi. İçinde bulunduğumuz tarihlerde şahit olduğumuz gibi bu diktatörler istenildiği gibi yönetilemeyince ise çeşitli saray darbeleriyle ortadan kaldırılıyor ve daha kullanışlı diktatörler, (eski ABD Bşk. D. Trump’ın ifadesiyle) “kendi en favori diktatörlerini” iktidara getiriyorlardı.

 

Soğuk Savaş’ın bittiği yıllardan bugüne kadar, kısaca 21. Yüzyılın başlarından itibaren Müslüman coğrafyada olup bitenlere kısaca bir göz atmak dahi, Müslümanlara yönelik yapılan zulümleri ve Orta Doğu’da yeni bir düzenin ya da düzensizliğin kurulmakta olduğunu gözler önüne serecektir. Yeni yüzyılda Müslümanlara yapılan zulüm, meydana getirilen algı üzerinden kendilerini Batı karşısında daha aşağı ve kompleks hissetmeleri üzerineydi. 11 Eylül 2001 saldırılarıyla yaygınlaşan İslamofobi bunu daha da kolaylaştırdı. İslamofobi projesi, dünya genelinde hâkim hale gelen ve Orta Doğu’da da hâkim hale getirilmeye çalışılan Sekülerizm ve laiklik anlayışının dinle bir hesaplaşma içine girmesi ve dini (bilhassa İslam’ı) geri plana itme ve İslam’ın toplumlar üzerinde yayılan tesirini kırarak yerine nefretin yaygınlaştırılması çabasıydı.

 

İslam coğrafyasındaki Müslümanlar, maddi geri kalmışlıklarını bununla harmanlayarak içsel yapılarında ezilen toplum psikolojisiyle farklı ispat arayışlarına yöneldiler. Toplumsal ilerlemenin ve kalkınmanın önünde İslam’ı ve İslam’dan kaynaklanan değerleri engel olarak gören ve bunları toplumsal ve özellikle siyasal alandan uzaklaştırmayı amaçlayan kukla yönetimlerle, İslamofobi üzerinden İslam’ı yeniden tanımlama eğilimine girdiler. İşte bu, bizim insanımızın, bizim –dezenformasyona uğrayan- Müslümanımızın kendisine yöneltilen terörize suçlamaları içselleştirip “Biz terörist değiliz”i ispatlama uğruna “Batılı değerlerle hiçbir sorunumuz yoktur” demeleri, ileride yapılacak olan zulümleri daha normal görmesine ve belki bunlara karşı körleşmesine sebep oldu. İslamofobiyle birlikte adeta Müslümanların öz kimliklerine karşı besledikleri cesareti, gururu ve sadakati denenmiş; propagandalarla Avrupalı olmak ile Müslüman olmak arasında tercihe zorlanmışlardır. Kendini inkârla eşdeğer olan bu tahakkümcü yaklaşımı ve zulmü kabul etmek imkânsızdır ancak yapıldı ve tarihe geçti…

Amerika’da Kızılderili soykırımı, Stalin ve Hitler’in katliamları, Avustralya’nın Aborjin katliamı, Ermenilerin 1992 Hocalı katliamı, Bosna-Srebrenitsa katliamı, İsrail’in 1947’den bugüne Filistin halkını sokak sokak kuşatarak gasp etmesi, Amerika’nın Irak-Afganistan İşgali ve katliamları ile Suriye devletinin halkına yaptığı katliamlar ve Türkiye’de de son yıllarda İslami yapılarıyla öne çıkan grupların terörize edilmeye çalışılarak çeşitli engelleme, baskı ve zulümlere maruz kalması; devletlerin terörü bir araç olarak kullanmalarına en büyük örneklerdir… 11 Eylül 2001 saldırısı üzerinden terörize edilen İslam coğrafyası yeni yüzyıldan nasibini hakkında oluşturulan bir algıyla alsa da bu algı zulmü zayıf Müslümanlarda tesirini göstermiş olmasına karşın, inancından gücünü alan ve İslam düşmanlarının hile ve tuzaklarını okuyabilen Müslümanlar üzerinde bir tesir oluşturmayarak ilerlemelerine engel olamamıştır.

Haklılığından her vazgeçiş, sana yapılacak olan bir zulmün başlangıcıdır…

“21. Yüzyılda Müslümanlara Yapılan Zulümler” konusuna bir sonraki sayıda devam etmek üzere… Allah’a emanet olun…

Back To Top