skip to Main Content

Modi’nin Hindistan’ı, Hindutva kıskacında bir demokrasi

https://www.indyturk.com/node/30706/t%C3%BCrkiyeden-sesler/modi%E2%80%99nin-hindistan%E2%80%99%C4%B1-hindutva-k%C4%B1skac%C4%B1nda-bir-demokrasi

Sinan Baykent Siyaset Bilimci @sinanbaykent

Pazartesi 13 Mayıs 2019 12:30

“Namaste”, Sanskrit dilinde fevkalade anlam yüklü bir kelimedir. “Merhaba” ve/veya “hoşça kal” anlamında kullanılan kelimenin açılımında aynı zamanda “öteki” olana yani muhataba bir yöneliş vardır. “İçindeki kutsallığın önünde eğiliyorum” mesajını da içeren “namaste”, çoğunlukla son derece barışçıl bir kültürün tezahürü şeklinde kabul görür.

Türkiye’de “Hindistan” denilince akla ilk gelenler arasında şüphesiz ki Hint Müslümanlarının Kurtuluş Savaşı’na verdikleri destek, ülkenin kurucu lideri Mahatma Gandhi ve onun “şiddetsizlik” pratiği, enfes baharatlar ve yoga yer alır. Ne var ki Hint toplumunun dinamikleri ile Hint devletinin son birkaç on yıl içinde geçirdiği siyasî dönüşüm ülkemizde yeterince bilinmiyor. Oysa Hindistan’ın rengârenk dokusunun ve dışarıya arz ettiği barışsever profilinin ötesinde bir de yürüyüşe geçmiş zırhlı savaş filleri mevcut.

Hindistan’da hâlihazırda “Lok Sabha”, yani Halk Meclisi Seçimleri yapılıyor. 900 milyon seçmenin oy kullanacağı seçimler 11 Nisan – 19 Mayıs tarihleri arasına yayılmış vaziyette. Toplam 543 sandalyenin bulunduğu Lok Sabha’da Meclis çoğunluğunu elde etmek için 272 sandalyeye ulaşılması gerekiyor. Yukarıda bahsini ettiğimiz savaş fillerinin kumandanı ise 2014 yılında tek başına iktidara gelen ve bu seçimlerde de şimdilik favorisi konumunda olan milliyetçi Bharatiya Janata Party (BJP, “Hindistan Halk Partisi”) lideri Narendra Modi.

Yüzde 66 katılımın sağlandığı 2014 seçimlerinde Modi, BJP’yi zafere götürmüş ve parti Meclis’te 282 sandalye kazanmak suretiyle tarihinde ilk defa tek başına iktidara gelmişti. Her ne kadar Narendra Modi’nin kişisel karizması partinin önünde olsa da, BJP’nin olağanüstü bir disiplinle işleyen bir savaş makinesi olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Müslüman karşıtı ve kutuplaştırıcı bir profil sergileyen BJP’nin seçimlerdeki en büyük rakibi ise Rahul Gandhi önderliğindeki 133 yıllık tarihsel birikimiyle Kongre Partisi olacak.

Seçim kampanyasının birinci sırasında ekonomi bahsi var. Ülkede ihracat rakamları gitgide azalırken, işsizliğin kitlesel artışı da kaygı verici boyutlara ulaştı. Devlet bankalarının borçları gün geçtikçe biraz daha tırmanırken, enflasyon ise şimdilik kontrol altında tutuluyor. Modi hükümeti 2014-2019 aralığında altyapıya yönelik kamu harcamalarını önemli ölçüde artırdı ve Hindistan’a % 6,8’lik bir büyüme oranı sağladı. Söz konusu oran belirleyici gibi gözükse de, aslında Hindistan’ın reel anlamda büyümeye devam edebilmesi için tutturması gereken asgarî oran %7 bandında seyrediyor. Kongre Partisi BJP’yi “zenginlerin partisi” şeklinde tanımlarken, BJP’nin seçim manifestosunda 2022 yılı için yaşanabilir konutları çoğaltma ve 2024 yılı için de her köye su verilmesi vaatleri bulunuyor. Ekonomik göstergeler Modi’yi 2014 seçimlerine nispetle biraz daha köşeye sıkıştıracak gibi dursa da, BJP iktidarının geçtiğimiz yıllar içinde özellikle ülke çapındaki ulaşım ağının genişletilmesine yönelik verdiği emekler halk tarafından takdir topluyor.

Modi, Hindistan seçimlerini şahsı etrafında bir referanduma çevirmiş durumda ve bu perspektifte radikal milliyetçi argümanları alabildiğine geniş bir platformda kullanıyor. “Çoğunlukçu milliyetçilik” ve “etnik demokrasi” tasavvurlarının öne çıktığı BJP kampanyasında Modi bir yandan kendi tabanını konsolide etmeye gayret ederken diğer yandan ise ülkede yaşayan 170 milyon Müslüman nüfusu da şeytanlaştırıyor. Son olarak iktidar partisinin gündeme getirdiği “inek kaçakçılığı” söylentileri üzerine Hint Müslümanlarına yönelik örgütlenen nefret kampanyası seviye atlamış oldu. Hindular tarafından “kutsal” addedilen ineğin Müslüman nüfus tarafından tüketim amaçlı kullanılması ülkenin çeşitli bölgelerinde yargısız infaz vakaları ile toplu linç kültürünün yaygınlaşmasına sebebiyet verdi.

Modi iktidarında adeta bir “görünmez azınlık” statüsüne indirgenen Müslümanlar, geçtiğimiz Şubat ayında cereyan eden Hindistan-Pakistan krizinin de faturasını ödemek zorunda bırakılıyorlar. Keşmir’i merkez alan gerilimler BJP’nin milliyetçi söylemine “ulusal güvenlik” maddesini de eklemesine yol açtı.

Gerçekten de 11 Eylül saldırılarından bu yana ulusal güvenlik başlığı Hindistan siyasetinde çokça müzakere ediliyor. Fakat Modi’nin iktidara gelmesiyle birlikte söz konusu başlığın çerçevesi yeni ve bambaşka ufuklara ulaştı. 2017 yılında Himalayalar’ın eteklerinde bulunan Doklam adlı tartışmalı bölgeyle ilgili Çin Halk Cumhuriyeti’yle tecrübe edilen bunalım, Pakistan’la aktif çatışmaya varan gerginlikler, yine Çin Halk Cumhuriyeti’nin desteklediği ileri sürülen (bu mevzuyla ilgili olarak birtakım raporlar yayımlanmışsa da net olarak kanıtlanamamıştır) doğudaki Maoist terörizm ve hâlihazırda devam eden Afganistan barış müzakerelerine rağmen bölgede varlığını iyiden iyiye hissettirmeye başlayan DAEŞ tehdidi, Hindistan’ın iç ve dış dengelerinin önümüzdeki yıllarda daha da katılaşacağının sinyallerini şimdiden veriyor. Her şeyin ötesinde şayet Modi seçimleri kazanırsa – ki güncel anketler BJP’nin %34-38 bandında bulunduğunu işaret ediyor – Hindistan içindeki ve komşu bölgelerdeki Müslüman nüfusun geleceğinde büyük sıkışmalar zuhur edeceğe benziyor.

Hint milliyetçiliği nesnel plandaki tarihsel kökleri itibariyle fanatizm derecelerinde bir İslâm ve Müslüman düşmanlığıyla yoğrulmuştur. Nitekim Modi iktidarıyla Hindistan-İsrail ikilisi arasında tesis edilen samimi ilişkilerin de “terörle mücadele” gerekçesinin ötesinde dayandığı siyasî-ideolojik bir ortak ve büyük sütun vardır. Başka bir deyişle Modi 1920’lerde nakşedilen ve altında yazar-aktivist Vinayak Dimodar Savarkar’ın imzasının bulunduğu “Hindutva” (Hintlilik) adlı katı, keskin ve agresif bir milliyetçi akımın temsilcisi ve pratisyeni pozisyonundadır.

Peki, Hindutva’nın mahiyeti nedir? İslâm karşıtlığının temelinde ne tür bir sav yatmaktadır? Geçmişte Savarkar’ın komplekssizce dillendirdiği, bugün ise Modi’nin pratiğe döktüğü İsrail/Siyonizm yakınlığının kaynağında hangi görüşler vardır? Hindutva’nın Hindistan’da günümüzdeki somut izdüşümleri, yansımaları nelerdir ve seçimleri nasıl etkilemektedir? 2019 yılının Hindistan’ını anlamak yalnızca BJP lideri ve Başbakan Narendra Modi’yi anlamak değildir. Çağdaş Hindistan ancak ve yalnızca Modi’nin birincil ilham kaynağını teşkil eden Hindutva’yı teşrih ederek, yukarıda sıralanan sorular ışığında verilecek net cevaplarla anlamlandırılabilir.

Kabaca tasvir etmek gerekirse, Hint milliyetçiliğinin birbirine zıt iki farklı sürümü mevcuttur. Birincisi Gandhi/Nehru çizgisiyle özetlenebilir. Bu tarz milliyetçilik çoğunlukla anti-emperyalist, anti-Siyonist, kapsayıcı ve çoğulcudur. Gandhi/Nehru çizgisindeki Hint milliyetçiliği ırk unsurundan çok toplumsal doku gerçekliğine odaklanır. İkinci sürüm ise Savarkar’ın kurucu babası olduğu Hindutva’dır. Hindutva’nın düşünsel iskeleti Savarkar’ın 1923 yılında yayımlandığı “Essentials of Hindutva” (“Hindutva’nın Esasları”) başlıklı eserinde şekillenmiştir. Söz konusu eserde Savarkar Hindutva’nın Hinduizm’le eşanlamlı olmadığını, Hinduizm’in Hindutva’nın “yalnızca bir fragmanı ve küçük bir kısmı” olduğunu belirtiyor. “-İzm”lerin salt kuramsal nitelikte olduğunu vurgulayan Savarkar şöyle diyor:

“Hindutva Hint ırkının bütün düşünce ve eylem şubelerini kapsar ve onun topyekûn varlığını kuşatır”

Daha önce de ifade edildiği üzere Savarkar, Hindutva’yı Hindistan’ı çevreleyen İslâm’a ve Müslümanlara karşı konumlandırıyor. Hindutva’nın Hindistan için İslâm’a karşı bir “barikat” işlevi görmesini isteyen Savarkar aynı eserinde bu hassasiyetinin altını özellikle çiziyor:

“Seneler, on yıllar ve hatta asırlar geçti; Arabistan Arabistan olmaktan çıktı, İran dümdüz edildi. Mısır, Suriye, Afganistan, Belucistan, Tataristan – Grenada’dan Gazni’ye uluslar ve medeniyetler İslâm’ın barışçıl!! (ünlem ve vurgu yazara aittir) kılıcı önünde boyun eğdi”

Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin esin perisi Savarkar eserde Hindutva’nın açılımını toplam 6 maddeye sığdırdığı birtakım ilke ve prensiplerle yapıyor. Buna göre Hindutva’nın öncelikle bir coğrafî niteliği haizdir. Savarkar’a göre Hindistan’ın hinterlandı günümüz Hindistan’ını, güney Himalayalarını, Pakistan’ını, Bangladeş’ini, Sri Lanka’sını ve Afganistan’ını kapsıyor. İkincisi, Savarkar Hindutva’nın kan bağına dayalı bir ırk bilinci ihtiva ettiğini yazıyor ve ekliyor:

“Söz konusu kavrayışımıza Hintler dışında sadece Yahudiler yaklaşabildiler”

Savarkar’ın serdettiği üçüncü madde kültürel ortak paydayı konu alıyor. Burada Hint Müslümanlarının çoğunun “cehalet ve zorla devşirmeden ötürü” İslâm’a geçtiğini ifade eden Savarkar, “Hint Müslümanlarının da damarlarında Hint kanı dolaşıyor ancak bu yeterli değildir. Şartların eşitlendiği anca devreye medeniyet etkeni girer” diyor. Böylelikle dördüncü maddede Savarkar ortak medeniyet mirasını ortaya koyuyor:

“Medeniyet etkenini insanın zihinsel dışavurumlarında görürüz. Bir ulusun medeniyet tarihi onun düşüncelerinin, eylemlerinin ve başarılarının hikâyesidir. Edebiyat ve sanat bize ulusun düşüncelerini yansıtırken, tarih ve sosyal kurumlar da eylemlerini ve başarılarını anlatır”

Savarkar beşinci maddede ortak gelenek ve törenleri (festivaller, kutlamalar, bayramlar vb.) vurgularken altıncı maddede Hindutva’nın zirve noktasını açığa çıkarıyor. Savarkar’a göre Hindutva aynı zamanda Hintlere kutsal mekânlarını ve kutsal topraklarını da tayin edebilecek bir yetkinliktedir. Başka bir deyişle, Hintliliğin kutsal toprakları yalnızca Hindistan’da olabilir. Bu anlamda Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü ve dahi Vatikan’ı kutsal toprak addedenler Hintlilik şuurunun gerektirdiği “olgunluk mertebesi”ne ulaşmış sayılamazlar.

Özetlemek gerekirse; “Hindutva” (Hintlilik) dairesi yalnızca tarihsel anavatanının sınırlarını kabul eden (onun idrakinde olan), Hint ırkının kanını damarlarında taşıyan, bu ırkın kültürel özelliklerini vücuda getiren, asırlara dayanan medeniyet birikimini, geleneklerini son damlasına değin özümseyen, yaşayan ve yaşatan ve her şeyin üstünde Hindistan’ı kutsal toprağı kabul eden Hintlere has kılınmıştır. Oldukça tartışmalı bir karakterde olan son madde için Savarkar şöyle yazıyor:

“Siyonistlerin hayalleri bir gün gerçekleşecek olursa buna en az Yahudi dostlarımız kadar seviniriz. Muhammedîlerin kendi kutsal toprakları (Mekke-Medine) üzerinde hâkimiyet kurdukları gibi Yahudiler de kendi kutsal topraklarının idaresini ele alırlar. Farklı ve uyumsuz unsurlar Hindistan’ın geleceği ve bütünlüğü için tehdittir”

Gerçekten de Savarkar hayatı boyunca ve hemen hemen her eserinde, yazısında ve/veya açıklamasında Siyonizm’i önemsemiş, örnek almıştır. Örneğin Hindistan Nehru iktidarında İsrail’i resmen tanımamıştır. Savarkar ise 1956 yılında Nehru’ya yönelik şu açıklamaları yapmıştır:

“Yarın Hindistan ile Pakistan arasında bir savaş çıkarsa neredeyse bütün Müslümanlar Pakistan’ın yanında saf tutacaklar ancak İsrail bizim tarafımızda olacaktır. Bu sebeple Hindistan İsrail’i derhal tanımalıdır”

Mahatma Gandhi’ninkinin aksine (Gandhi Siyonizm’e oldukça mesafeliydi. Hatta 2 Ekim 1931 tarihinde Jewish Chronicle Gazetesinde yayımlanan bir söyleşide, “Filistin’i işgal etmek isteyen bir Siyonizm bana çekici gelmiyor. Siyonizm içinizdeki Kudüs’ü bulmanız ve inşa etmeniz için bir itici güç olmalı. Hakiki Kudüs içinizdedir, dünyanın herhangi bir yerinde değil” sözlerini sarf etmiştir), Savarkar’ın milliyetçiliği – tıpkı Siyonizm gibi – daima dışlayıcı, üstüncü/üstünlükçü, bir nevî “etnokrasi” taraftarı ve Müslüman olmuştur.

Zamanla Savarkar’ın milliyetçiliği siyasallaştı, kitleselleşti ve organize oldu. Takvimler 1925 yılını gösterdiğinde “Rashtriya Swayamsevak Sangh” (RSS, “Ulusal Gönüllüler Örgütü”) adlı bir “sivil toplum kuruluşu” kuruldu. Ne ilginçtir ki, Gandhi’nin suikastçısı Nathuram Vinayak Godse de bu örgütün bir mensubuydu. Örgütün bir diğer mensubu ise – ne büyük tesadüftür ki – Hindistan’ın mevcut Başbakanı Narendra Modi’dir. Modi örgüte 8 yaşındayken katılmış ve önemli bir zaman dilimi boyunca burada siyasî ve “sportif” eğitim almıştır. Örgüt gerçekten de fevkalade disiplinli ve hiyerarşik bir yapıdadır ve paramiliter nitelikte bir eğitim programı da sunmaktadır.

Hindistan’ın bağımsızlığını müteakip üç defaya mahsus olmak üzere kapatılan RSS, bugün hâlâ hem insan gücü hem de ideolojik referans noktaları anlamında siyasal Hint milliyetçiliğine (Hindutva’ya, dolayısıyla da iktidar partisi BJP’ye ve onun lideri Modi’ye) yön vermektedir.

BJP 1980’de eski RSS üyelerince kuruldu. Çeşitli koalisyonlarda yer aldı ama ilk defa 2014’te tek başına iktidara geldi. Bugün RSS ile BJP arasında fevkalade girift bir ilişki vardır. Hangisinin diğerinin arka bahçesi olduğu meçhuldür. Örneğin Hindistan basınında BJP’nin 2014 yılında iktidara gelmesinden sonra RSS’nin eğitim ve yargıda kadrolaşmaya gittiği çokça yazıldı ve paylaşıldı.

Tıpkı RSS gibi, BJP de Savarkar’ın izinden gidiyor ve onunla aynı prensipleri benimsiyor. Yine tıpkı RSS gibi BJP’nin de Müslümanlarla çatışmayı körükleyen düşünce ve eylemleri söz konusu. Bu minvalde Hindistan-İsrail beraberliğinin de örülmeye çalışıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Örneğin 29 Ekim 2000 tarihinde RSS’nin resmî yayın organı Organiser’da Atula Rawat imzalı makalede şu satırlar göze çarpıyor:

“1965 ve 1971 savaşlarında Araplar daima Pakistan’ın tarafını tuttular. Nehru’nun siyasetine ve onlara desteğine rağmen Araplar Keşmir meselesinde daima Pakistan’ın ve terörizmin yanında durdular.(…)Öte yandan İsrail bizim için doğal bir dost konumundadır.(…)İsrail ile Hindistan’ın karşısındaki en büyük sorun terörizmdir ve bu durum bizi aynı gemiye taşımıştır”

Gerçekten de bu ve buna benzer sayısız makaleyi, ifadeyi örgütün çeşitli yayınlarında bulmak mümkündür. Hindutva özelinde 1900’lü yılların başlarından günümüze yani 2000’li yıllara değin bu cenahta değişen çok fazla bir şey olmadı. Hindutva yanlıları, ister RSS isterse de BJP şemsiyesi altında olsun, Hindistan’ın Siyonizm’i ve (sonraları) İsrail’i örnek alması gerektiğini düşünüyorlar. Hindutva tıpkı modern Siyonizm gibi Müslümanlarla çevrili bir coğrafyada hayatta kalmak için hem çok güçlü olmak zorunda olduğunu hem de askerî planda caydırıcılığın ötesinde ön-alıcı tedbirlere başvurması gerektiğini düşünüyor. Bahsi geçen “ön-alıcı” tedbirlerin içinde ise maalesef kalkışmalar, isyanlar, Müslüman karşıtı pogromlar, bireysel linç vakaları, bombalı saldırılar da var…

Modi ve BJP liderliğindeki Hindistan bir yandan Hindutva’nın tarihsel ideolojik parametreleri uyarınca İsrail’le her anlamda (güvenlik, savunma, diplomasi, teknoloji, tarım vb.) yakınlaşırken, diğer yandan da kendi içindeki ve çevresindeki Müslümanlardan kopuyor.

11 Eylül saldırılarından bu yana Hindistan ile İsrail arasında ciddi bir yakınlaşma söz konusu. Örneğin 2009 yılında İsrail Dışişleri’nin yaptırdığı bir ankette Hindistan ABD’nin önüne geçerek dünyadaki en “İsrail dostu” ülke çıktı. Hindistan-İsrail yakınlaşmasının ardındaki baş etkenler ise şüphesiz Keşmir ile Filistin arasında zoraki kurulan paralellik, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünü müteakip Hindistan’ın yeni müttefik arayışları ve İslâmcılığın yükselişi bulunuyor. Söz konusu dengelerle kendilerini “dünyanın en büyük demokrasisi” ile “Ortadoğu’nun tek demokrasisi” şeklinde tanımlayan iki ülkenin ittifakı pekişmiş oldu. Ne var ki Modi’nin iktidara gelmesiyle söz konusu ikili ilişkiler ciddi manada ivme kazandı.

2014 yılında Modi’yi ilk tebrik eden liderlerden biri Benjamin Netanyahu oldu. Modi 2017 yılındaki İsrail seyahatinde Siyonizm’in fikir babası Theodor Herzl’in mezarını ziyaret etti. Netanyahu ise 2018 yılındaki Hindistan seyahatinde Modi’nin hoşuna gidebilecek bir şekilde Mahatma Gandhi’nin mezarını ziyarete gitmedi. Özellikle not edilmelidir ki, Modi iktidarının ilk 5 ayında İsrail Hindistan’a 662 milyon dolarlık silah satışı yaptı. 2017 yılında ise “Modi-Bibi” ikilisi 2 milyar dolar değerinde bir savunma anlaşması imzaladılar. Bu anlaşmayla birlikte iki ülke arasındaki savunma anlaşmalarının hacmi son 15 yılda 10 milyar doları aşmış oldu.

İsrail’le yakınlaşmayla birlikte Hindistan Müslümanlarına yönelik saldırılar da son 15 yıldır çoğalma eğiliminde. Radikal Hint milliyetçilerinin silahlı gruplarını işaret eden “safran terörü” Hindistan’da hâlâ oldukça diri konumdadır. Her ne kadar söz konusu illegal gruplar azınlıkta olsa da, legal siyaset planındaki RSS ile BJP’nin söylemlerindeki açık İslâm ve Müslüman düşmanlığı illegal yapıların inisiyatiflerini de meşrulaştırıcı bir rol oynuyor.

Hindistan’ın hâlihazırda içinde geçtiği kampanya sürecinde dahi BJP Müslüman karşıtı söylemlerine hız kesmeden devam ediyor ve geçmişte İslâm karşıtı şiddet içeren çeşitli eylemlerde bizzat yer almış olan failleri, sorumluları listelerinden aday gösteriyor. Aslında bu şaşırtıcı değildir zira Narendra Modi’nin bizzat kendisi 2002 yılında Gujarat’ta meydana gelen anti-Müslüman pogromlar esnasında mevzubahis eyaletin başkanıydı. Pogromlarda 790 Müslüman korkunç şartlarda hayatını kaybetmiş, şehadete kavuşmuştu. Keza Uttar Pradesh bölgesindeki BJP lideri Ranjeet Bahadur Srivastava geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada “Müslümanları imha etmek istiyorsanız BJP’ye oy verin!” ifadelerini kullandı. Bir başka yerel BJP lideri olan Vikram Saini de bundan birkaç hafta önce ve benzer bir üslûpla Diyobend şehrinde bulunan Dâru’l-Ulûm’u hedef almak suretiyle, “orası adeta bir terörist fabrikasıdır ve derhal kapatılmalıdır. Ayrıca oradaki âlimler de vatana ihanetten yargılanmalıdırlar” dedi. Oysa Dâru’l-Ulûm âlimlerin çoğu Hindistan-Pakistan ayrılığında Hindistan’dan yana tavır koymuşlardı. Aynı âlimler 2008 yılında ise bu defa terörü lânetleyen bir fetva yayınlamışlardı.

 

Modi tek başına üst üste ikinci bir zafer elde ederse özelde Hint Müslümanları, genelde ise Hint toplumunun farklı kesimleri daha zor günler bekliyor demek olacaktır. Modi’nin dayandığı ve savunduğu siyasî çizgi 1920’lerden bu yana Hindistan’ı etnik açıdan saf bir demokrasiye dönüştürmek istiyor. Eğitim ve yargı alanlarında kadrolaşan RSS’le ise çok yakın zamanda bir “ikili devlet” tartışması başlayabilir ve iktidar içinde birtakım kavgalar belirebilir.

 

Afganistan’daki barış süreci ve Sri Lanka’daki son saldırıların da gösterdiği üzere bölgede büyüyen bir DAEŞ varlığı mevcut. Bu duruma Keşmir’deki belirsizlik, Pakistan’la askerî düzlemde tırmanan tansiyon ve ABD-Çin eksenindeki ekonomik rekabet de eklenince bir bütün olarak Hindutva’nın içte ve dıştaki tepkiselliğinin yoğunlaşacağını öngörmek mümkündür.

 

Modi’nin olası bir zaferi “dünyanın en büyük demokrasisi”ni tereddütsüz bir biçimde Hindutva kıskacına alacaktır. Modi’nin Hindistan’ı büyütme hayali şöyle dursun, kurmaya çalıştığı “etnik olarak saf” demokrasinin meydana getireceği devasa riskleri ivedilikle değerlendirmeye alması gerekecektir. Zira söz konusu riskler sadece Hindistan’ın daha çok parçaya bölünmesini değil aynı zamanda bölgenin yıkıcı bir nükleer çatışmaya kadar varabilecek savaşların girdabına düşmesini de kolaylaştırabilecek (ve hızlandırabilecek) cinsten risklerdir.

Back To Top