indyturk.com Ramjanmabhoomi efsanesi: Hindistan'ın Ram Tapınağı'nın uzun ve karmaşık hikâyesi Dr. Duygu Çağla Bayram Independent…
Hindistan’ın Ötekileri Müslümanlar
https://t24.com.tr/haber/hindistanin-otekileri-muslumanlar,254698
‘Müslüman topluluğu ‘kurban’ sendromunu kendilerine yakıştırarak ve hatta haddinden fazla benimseyerek zaman içinde kendilerini kurban gibi hissetmeye başladılar’
Hindistan’ın Ötekileri: Müslümanlar
29 Mart 2014 22:27
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu
Gaatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi
176 milyonu aşkın Müslüman nüfusu ile Hindistan (nüfusun %14.4’ünü), Endonezya ve Pakistan’dan sonra dünyanın üçüncü büyük Müslüman ülkesi olarak karşımıza çıkıyor. Hindistan, Suudi Arabistan dahil birçok Müslüman ülkede yaşayandan çok Müslüman barındırıyor. Hindistan’daki Müslümanlar arasında da kültürel farklılıklar yaşanıyor; örneğin Güneyde yaşayan Müslümanların, aynı yöredeki Hindularla Kuzeyde yaşayan Müslümanlara göre daha çok ortak yönleri var. Kuzey Hindistan’da bile eyaletlere göre Müslümanların kültürel alışkanlıkları farklılık gösterebiliyor. Güney Hindistan’ın Batı Bengal ve Maharashtra eyaletlerindeki Müslümanlar Kuzey Hindistan’da yaşayan Müslümanlara göre çok daha iyi eğitimli, ılımlı ve toplumsal özgürlüklere sahipler. Bu arada Sünniler Şiilere göre sayıca daha çok olmalarına rağmen, Şiilerin sosyal farkındalık, yüksek eğitim seviyesi ve toplumsal özgürlük konularında Sünnilerin önünde oldukları konusunda bir mutabakat söz konusu toplumda.
Hindistan’da tüm Müslümanların aynı şekilde düşündüklerine, davrandıklarına ve oy kullandıklarına dair bir algı var. Kırsal kesimde yaşayanlar ile şehirde yaşayanların, eğitimliler ile eğitimsizlerin, ılımlılar ile köktendinci Müslümanların arasında hiçbir fark olmadığı, tüm Müslümanların aynı olduğu kabul ediliyor. “Moğol istilacıların çocukları” olarak kabul edilen Hintli Müslümanların Moğollardan çok daha önceleri Hindistan ile bağlantıları görmezden gelinmekte. M.S. 7 yüzyılda Müslümanlar Hindistan’a istilacılar olarak değil, tüccarlar olarak gelmişler. Ortaçağ Hint tarihinin başyapıtı olarak kabul edilen İngiliz tarihçileri Henry Miers Eliot ve John Dawson’un “The History of India as Told by Its Own Historians ; The Muhammadan Period” adlı kitaplarında, Hint sahillerine Müslümanları taşıyan ilk geminin M.S.630 yılı gibi eski bir tarihte görüldüğü yer verseler de, H.G.Rawlinson (Ancient ve Medieval History of India kitabının yazarı) J.Sturrock(South Kanara ve Madras Districts Manuals) gibi tarihçilere göre ise, bu kişilerin burada bulunma nedenleri ticaretten çok Hindistan’a İslam’ı yaymakmış.
1947 bağımsızlık sonrası baş gösteren Hindu-Müslüman şiddet olayları sonucu, her iki taraftan da bir milyon insan öldü; on iki milyon kişi de insanlık tarihinin en büyük kitlesel göçünde, yaşadıkları yerlerden oldu. Pakistan, Müslüman elitler için kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarına hizmet edecek bir alternatif oldu. Pakistan’a göç eden Müslümanları devlet memurları, diplomatlar, iş adamları, bankacılar gibi yeni bir ülkenin talep duyulacağı kişiler oluşturuyordu. Hindistan’da kalanlar ise dükkân sahipleri, rickshaw sürücüleri, günlük yevmiyeli çalışanlar, marangozlar, şoförler ve tarım işçileri olup çoğu muhafazakâr, sosyal ve siyasi farkındalıktan yoksun kişilerdi.
Müslüman İmajı
Hindistan’daki Müslüman imajı; köktendinci, fanatik, ulusal ana akımdan yabancılaşmış, potansiyel bir radikal. Tabii tüm bunlar Hint Müslümanlar hakkında popülerleşmiş algılar, aslında tamamen üretilmiş kalıp yargılar… Eğer yukarıda sayılanlarla örtüşmeyen bir Müslümansanız o zaman da Hinduların gerekçeleri hazır “Sen tipik bir Müslüman değilsin ki zaten” deyip işin içinden çıkıyorlar. Ayrıca kendilerine sıkça yöneltilen “Hintli misin, Müslüman mısın?” Müslümanların en rahatsızlık duydukları soru.
1960 ve 1970’lerde Müslümanların karşılaştıkları söylem “burada mutlu değilseniz, Pakistan’a gidin” yönünde iken, şimdilerde bu söylemin yumuşatılmışı olarak, özellikle Hindistan ve Pakistan arasında oynanan kriket maçlarında sık rastlananı, Hinduların Müslümanlara sıklıkla “Pakistanlı arkadaşın iyi oynuyor” Siyasiler, Hindistan’daki Müslüman sorununa ekonomik ve geri kalmışlık perspektifinden bakmaktan ziyade, çarpıtılmış kültürel perspektiften bakıyorlar. İş ve kiralık ev bulma, satın alma-satma konusunda ayrımcılığa uğrayan Müslümanlar dini inançları ve kültürel tutumlarından dolayı “kurban” olarak sunuluyorlar, yani kendi suçlarıymış gibi. Burka giyen Müslüman kadınlar pazar, hastane, okul gibi kamusal alanlarda kötü davranışa maruz kalıyorlar. Mumbai’de çıkan bir akademik dergide Müslümanlara karşı ayrımcılığı ortaya koyan araştırmada ifade edildiği üzere; iş ilanları bölümüne aynı cv konmuş, birine Hintli adı diğerine Müslüman adı yazılmış: Müslümanların başvuruları yanıtsız kalmış, görüşmeye çağrılmamışlar bile.
Hindu-Müslüman Düşmanlığı
Yakın zamanlarda Müslümanlara karşı ayrımcılığın ve şiddetin sergilendiği iki olay mevcut. Biri 1992 yılında 16. yüzyıla ait Babri Mescit (Babür Mescidi) arazisi ayaklanan Hindularca işgal edilmiş ve tarihi cami yıkılarak yerine Hindu tanrısı Ram için bir tapınak yapılmak istenmişti. Hinduların “Burası bizim ülkemiz istediğimiz yaparız, Müslümanlar Hintli değiller veya en azından bizim kadar Hintli değiller dolayısıyla kendi ibadet yerlerini koruma hakları yok” anlamına gelen söylemleri sonucu Hindu ve Müslümanlar arasında çatışmalar çıkmış ve her iki taraftan 2 binden fazla kişi hayatını kaybetmişti. Aslında 1947’de Hindistan ile Pakistan’ın ayrılmasından sonraki en büyük Hindu-Müslüman çatışmasına sebep olan bu olaylarda halkı provoke ettiğine inanılan Hindu Milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi lideri ve bir dönem Hindistan’ın İçişleri Bakanlığını da yapan Lal Krishna Advani de gözaltına alınmıştı. Tüm TV kameralarının önünde Babri Mescidi’nin yıkımına seyirci kalan Narasimha Rao’nun merkezi hükümeti yüzünden Kongre halen kaybettiği itibarını kazanmaya çalışıyor.
27 Şubat 2002 yılında gerçekleşen Gujarat Müslümanlarının katliamı ise Müslümanların “kurbanlar” olarak algılanmasına yol açan ikinci olay. Gujarat, Hindistan’ın batısında Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir eyalet. Bir trende çıkan ve 58 kişinin diri diri yanarak can verdiği yangının Müslümanlar tarafından planlandığı ve gerçekleştirdiği iddialarının yayılması üzerine, kısa süre içinde 2 bine yakın Müslüman öldürüldü, 150 bin Müslüman evlerinden zorla çıkartılıp sürüldü. Anne babalara çocuklarının gözlerinin önünde şiddet uygulandı, kız çocuklarına, kadınlara her türlü acımasızca şiddet-çırılçıplak soyma, tecavüz etme, diri diri yakmak vs. tam bir vahşet yaşatıldı ve insanlık suçu işlendi. Katliamı Hindistan’ın milliyetçi partisi Bharatiya Janata’nın (BJP) yani Hindistan Halk Partisi’nin militanları gerçekleştirmişti. Gujarat hükümeti ile birçok ülke bağlantısını kopardı; eyalet başbakanı Narendra Modi halen bu yüzden ABD’ye giremiyor. İnsan Hakları Gözlemevi raporuna göre devlet görevlileri şiddeti körüklemede ve daha sonra da örtbas etmede etkili rol oynadılar.
Bu yaşanan iki olay ve sonrasında Müslüman topluluğu “kurban” sendromunu kendilerine yakıştırarak ve hatta haddinden fazla benimseyerek zaman içinde kendilerini kurban gibi hissetmeye başladılar. Müslümanlar taleplerini ortaya koyarken pragmatik davranmayıp sıkı sıkıya mağdur edebiyatı yaptılar.
Hindu ve Müslümanlar birbirlerine karşı olan önyargıları ve cehalet nedeniyle tarihi tutucu bir bakışla okuma yanılgısına düşüyorlar. Asırlara dayalı ortak tarihleri olmalarına rağmen, birbirlerinin kültürlerini -festivallerini ve adetlerini- görmezden gelmeleri, birbirlerine karşı olan güvensizliği ve şüpheyi günden güne artırdı.
Politikacılar da suları daha çok bulandırdılar. BJP (Bharatiya Janata Party) ve Shiv Sena gibi Hindu partileri Hindular kendi ülkelerinde ayrımcılığa uğruyorlar söylemi ile oy avcılığına soyunarak Hindu oylarını kazandılar.
Günümüz Genç Müslümanları
Delhi’de yer alan Gelişen Toplumları Araştırma Merkezi’nde yapılan anket, Müslümanların %69’u, topluluğun en büyük sorununun yoksulluk ve işsizlik olduğunu ortaya koydu. Müslümanlar Hindistan nüfusunun %14’ünü oluştursalar da gençlerin ancak %4 ‘ü seçkin üniversitelere gidebiliyor, %5’ten daha azı ise devlet görevlisi olarak çalışıyor. Bu olumsuzluklara rağmen günümüzde Müslüman zihniyetindeki dönüşüm de yadsınamaz.
Eğitimli, akıllı, farkındalık seviyesi yüksek çok daha pragmatik ve daha az bağnaz bir Hintli Müslüman profili mevcut. Genç Müslümanlar kendilerini ulusal ana akımın içinde görüyorlar. Ancak medya bu değişimi görmezden gelmekte ısrarcı davranıyor. 18-30 yaş arasındaki “yeni Müslüman kadın” siyaseten farkındalık seviyesi oldukça yüksek, bağımsız görüşlere sahip, kendini ifade etmekten çekinmeyen, özlemlerini gerçekleştirmeye kararlı bir imaj oluşturuyor. Yüksek öğretime devam ediyorlar, son 20-25 yıl içerisinde okul öğretmenliği, hemşirelik, sekreterlik, resepsiyonist mesleği, şirket müdürlüğü, devlet memurluğu, girişimcilik, diplomatlık ve avukatlık mesleklerine geçiş yaptılar.
Halen okuldan ayrılan ve hiç okula gitmeyen Müslüman kadın sayısı oldukça yüksek olsa da büyük bir gelişme kaydedildiği gerçeği de yadsınamaz. Örneğin bu yeni kuşak Müslümanlar Pakistan veya Bangladeş gibi şeriat ve dine hakaret yasalarının çıkması için kampanyalar düzenlemediler.
1988’de Salman Rushdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabından sonra yaşanan tatsız olayları çıkaranlarla şimdiki Müslüman topluluğu arasında açık ara büyük fark var. Artık Hindistan’da Müslüman köktendinciliği yavaş yavaş siliniyor. Aslında Hindu köktendincilerinin hiç işine gelmeyen bir durum bu, zira oksijenlerini yitirmiş oluyorlar. 2012 de Salman Rushdi’nin Jaipur Edebi Festivaline gelmemesi için yapılan protestolar Müslüman topluluğunda çok az taraftar buldu. “Barışçıl protestolara evet ama şiddete hayır” yeni parolaları. Ama yine de Rushdi’nin Festivale gelmesi engellendiği gibi, daha sonra katılacağı video konuşması da iptal edildi.
Müslümanlar artık başarıları ile yer almaya başladılar. Kurban sendromundan çıktılar. 2011 Sanskriti Ödülünü bir Müslüman aldı, beş ödül sahibinden dördü yine Müslüman, özetle her alanda ilerliyorlar.
Hindu-Müslüman Düşmanlığı
Yakın zamanlarda Müslümanlara karşı ayrımcılığın ve şiddetin sergilendiği iki olay mevcut. Biri 1992 yılında 16. yüzyıla ait Babri Mescit (Babür Mescidi) arazisi ayaklanan Hindularca işgal edilmiş ve tarihi cami yıkılarak yerine Hindu tanrısı Ram için bir tapınak yapılmak istenmişti. Hinduların “Burası bizim ülkemiz istediğimiz yaparız, Müslümanlar Hintli değiller veya en azından bizim kadar Hintli değiller dolayısıyla kendi ibadet yerlerini koruma hakları yok” anlamına gelen söylemleri sonucu Hindu ve Müslümanlar arasında çatışmalar çıkmış ve her iki taraftan 2 binden fazla kişi hayatını kaybetmişti. Aslında 1947’de Hindistan ile Pakistan’ın ayrılmasından sonraki en büyük Hindu-Müslüman çatışmasına sebep olan bu olaylarda halkı provoke ettiğine inanılan Hindu Milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi lideri ve bir dönem Hindistan’ın İçişleri Bakanlığını da yapan Lal Krishna Advani de gözaltına alınmıştı. Tüm TV kameralarının önünde Babri Mescidi’nin yıkımına seyirci kalan Narasimha Rao’nun merkezi hükümeti yüzünden Kongre halen kaybettiği itibarını kazanmaya çalışıyor.
27 Şubat 2002 yılında gerçekleşen Gujarat Müslümanlarının katliamı ise Müslümanların “kurbanlar” olarak algılanmasına yol açan ikinci olay. Gujarat, Hindistan’ın batısında Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir eyalet. Bir trende çıkan ve 58 kişinin diri diri yanarak can verdiği yangının Müslümanlar tarafından planlandığı ve gerçekleştirdiği iddialarının yayılması üzerine, kısa süre içinde 2 bine yakın Müslüman öldürüldü, 150 bin Müslüman evlerinden zorla çıkartılıp sürüldü. Anne babalara çocuklarının gözlerinin önünde şiddet uygulandı, kız çocuklarına, kadınlara her türlü acımasızca şiddet-çırılçıplak soyma, tecavüz etme, diri diri yakmak vs. tam bir vahşet yaşatıldı ve insanlık suçu işlendi. Katliamı Hindistan’ın milliyetçi partisi Bharatiya Janata’nın (BJP) yani Hindistan Halk Partisi’nin militanları gerçekleştirmişti. Gujarat hükümeti ile birçok ülke bağlantısını kopardı; eyalet başbakanı Narendra Modi halen bu yüzden ABD’ye giremiyor. İnsan Hakları Gözlemevi raporuna göre devlet görevlileri şiddeti körüklemede ve daha sonra da örtbas etmede etkili rol oynadılar.
Bu yaşanan iki olay ve sonrasında Müslüman topluluğu “kurban” sendromunu kendilerine yakıştırarak ve hatta haddinden fazla benimseyerek zaman içinde kendilerini kurban gibi hissetmeye başladılar. Müslümanlar taleplerini ortaya koyarken pragmatik davranmayıp sıkı sıkıya mağdur edebiyatı yaptılar.
Hindu ve Müslümanlar birbirlerine karşı olan önyargıları ve cehalet nedeniyle tarihi tutucu bir bakışla okuma yanılgısına düşüyorlar. Asırlara dayalı ortak tarihleri olmalarına rağmen, birbirlerinin kültürlerini -festivallerini ve adetlerini- görmezden gelmeleri, birbirlerine karşı olan güvensizliği ve şüpheyi günden güne artırdı.
Politikacılar da suları daha çok bulandırdılar. BJP (Bharatiya Janata Party) ve Shiv Sena gibi Hindu partileri Hindular kendi ülkelerinde ayrımcılığa uğruyorlar söylemi ile oy avcılığına soyunarak Hindu oylarını kazandılar.
Günümüz Genç Müslümanları
Delhi’de yer alan Gelişen Toplumları Araştırma Merkezi’nde yapılan anket, Müslümanların %69’u, topluluğun en büyük sorununun yoksulluk ve işsizlik olduğunu ortaya koydu. Müslümanlar Hindistan nüfusunun %14’ünü oluştursalar da gençlerin ancak %4 ‘ü seçkin üniversitelere gidebiliyor, %5’ten daha azı ise devlet görevlisi olarak çalışıyor. Bu olumsuzluklara rağmen günümüzde Müslüman zihniyetindeki dönüşüm de yadsınamaz.
Eğitimli, akıllı, farkındalık seviyesi yüksek çok daha pragmatik ve daha az bağnaz bir Hintli Müslüman profili mevcut. Genç Müslümanlar kendilerini ulusal ana akımın içinde görüyorlar. Ancak medya bu değişimi görmezden gelmekte ısrarcı davranıyor. 18-30 yaş arasındaki “yeni Müslüman kadın” siyaseten farkındalık seviyesi oldukça yüksek, bağımsız görüşlere sahip, kendini ifade etmekten çekinmeyen, özlemlerini gerçekleştirmeye kararlı bir imaj oluşturuyor. Yüksek öğretime devam ediyorlar, son 20-25 yıl içerisinde okul öğretmenliği, hemşirelik, sekreterlik, resepsiyonist mesleği, şirket müdürlüğü, devlet memurluğu, girişimcilik, diplomatlık ve avukatlık mesleklerine geçiş yaptılar.
Halen okuldan ayrılan ve hiç okula gitmeyen Müslüman kadın sayısı oldukça yüksek olsa da büyük bir gelişme kaydedildiği gerçeği de yadsınamaz. Örneğin bu yeni kuşak Müslümanlar Pakistan veya Bangladeş gibi şeriat ve dine hakaret yasalarının çıkması için kampanyalar düzenlemediler.
1988’de Salman Rushdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabından sonra yaşanan tatsız olayları çıkaranlarla şimdiki Müslüman topluluğu arasında açık ara büyük fark var. Artık Hindistan’da Müslüman köktendinciliği yavaş yavaş siliniyor. Aslında Hindu köktendincilerinin hiç işine gelmeyen bir durum bu, zira oksijenlerini yitirmiş oluyorlar. 2012 de Salman Rushdi’nin Jaipur Edebi Festivaline gelmemesi için yapılan protestolar Müslüman topluluğunda çok az taraftar buldu. “Barışçıl protestolara evet ama şiddete hayır” yeni parolaları. Ama yine de Rushdi’nin Festivale gelmesi engellendiği gibi, daha sonra katılacağı video konuşması da iptal edildi.
Müslümanlar artık başarıları ile yer almaya başladılar. Kurban sendromundan çıktılar. 2011 Sanskriti Ödülünü bir Müslüman aldı, beş ödül sahibinden dördü yine Müslüman, özetle her alanda ilerliyorlar.
İçteki Düşmanlar: Müslüman Liderler
Müslüman köktendinciliği- kadınlara karşı takınılan tutum, ifade özgürlüğüne gösterilen hoşgörüsüzlük, dini kimlik takıntısı- yani topluluğun geri kalmışlığı sonuçta mollaların liderliği ele geçirmelerine neden oldu. Müslüman liderler, günümüzde Müslümanların geri kalmışlığının baş sorumluları ve içteki düşmanlardır.
Fırsatçılar, aşırı şüpheciler üstelik de Müslüman topluluğunu temsil etmiyorlar, Müslümanların çıkarlarını korumak gibi bir dertleri de yok. Liberal Müslüman entelektüeller de Müslüman topluluğundaki gelişmelere pasif bir izleyici olmaktan öteye gitmiyorlar. Laiklik ve ateizm arasında yaşadıkları gel-gitlerle belirli bir kesimi dinden soğutmakla eleştiriliyorlar. Liberaller seçkinci duruşları ve üstten bakan tavırları ile Müslüman topluluğun sorunlarını anlama kapasitesinden yoksun “dışardakiler” olarak algılanıyorlar.
Sonuç olarak; genç kuşak Müslümanlar gerek liderlerinden gerekse de entelektüellerden çok daha hoşgörülü bir biçimde bir arada barışçıl bir biçimde yaşamanın önemini idrak etmiş vaziyetteler. ‘Hintli Müslüman’ım demekten de gurur duyuyorlar.
Müslümanlar Medyada Nasıl Yer Alıyorlar?
Hint medyasında Müslümanların yer alışı tek taraflı ve dengesizce. Müslümanlara karşı önyargıları besleyen türden habercilik yapıyor. Bu da köktendincilere ve radikallere, Müslüman gündemini istedikleri biçimde ele geçirip çarpıtmaları konusunda yeşil ışık yakıyor. “Ilımlı Müslüman yoktur” iddiası ile “ya fanatik ya da devrimci Müslüman” görüntüsü yayarak, her iki kategoriye de girmiyorsan, o zaman Müslüman değilsin vurgusu yapılıyor.
Hindistan’da öğretilerini ve ritüellerini uygulamaya çalışan Müslümanların, Hindular gibi geniş görüşlü, ılımlı ve laik olma şansları yok. Televizyonlarda veya gazetelerde yeni kuşak donanımlı, eğitimli Müslümanları görmek mümkün değil, çünkü medyada Müslümanlara ya gerçek dışı biçimde ya da olumsuz biçimde yer veriliyor.
AyrımcılıkAyrımcılık
Hindistan’daki Müslümanlara uygulanan ayrımcılığın derecesini ve şiddetini ortaya koyan ampirik çalışmalar yok denecek kadar az. Müslüman nüfusun iş, istihdam, devlet ve özel bankalardan kredi alma, eğitim konularında sıklıkla ayrımcılığa uğradıklarını hissetmeleri yönünde algısının olması bile ayrımcılığa uğradığının bir göstergesi, devletin de görevi bu yönde çözüm üreten mekanizmaları devreye sokması. Hindistan Anayasası’nın III. Bölümünde yer alan Temel Haklar başlığı altında; Azınlıkların din, kültür, dil, konut korunması ve eğitim kurumu haklarının Anayasal güvence altına alındığı belirtiliyor. Adaletin kâğıt üzerinde olması yetmez aynı zamanda, adaletin var olduğu kırılgan ve dezavantajlı gruplar tarafından hissedilmelidir de. Ulusal İnsan Hakları Komisyonu Azınlıklar Ulusal Komisyonu gibi kuruluşlar azınlıklar tarafından gelen ayrımcılık ile ilgili şikayetleri inceleseler bile, bu mekanizmaların rolleri oldukça sınırlı.
Müslüman nüfusun iş, istihdam, devlet ve özel bankalardan kredi alma, eğitim konularında sıklıkla ayrımcılığa uğradıklarını hissetmeleri yönünde algılarının olması bile ayrımcılığa uğradıklarının bir göstergesi, devletin bu yönde çözüm üreten mekanizmaları devreye sokması başlıca görevi olmalı.
Mahkemeler de İnsan Hakları Komisyonu gibi Müslümanların hak ihlallerini görmezden gelmekte. Ülkedeki terörist saldırılar sonucu suçsuz birçok Müslüman genç özellikle Maharashtra, Gujarat, Madhya Pradesh, Andra Pradesh ve Rajasthan olmak üzere bazı eyaletlerde, yasaları ihlal eden polisler tarafından uzun süre göz altında tutuluyor, ailelerine haber verilmiyor, işkence ediliyor, işlemedikleri suçları zorla itiraf edip boş kağıtları imzalamak zorunda kalıyorlar. Barolar Birliği polis tarafından suçlanan bu gençlerin avukat tutmalarına engel oluyor. Gençlerin çoğu sonuçta masum da bulunsa, yaşam ve itibarlarını geri kazanmak için herhangi bir tazminattan yararlanamadıkları gibi, polis tarafından fişlendikleri için gelecekte de her türlü kötü muamele ve işkence için “potansiyel şüpheli” olmakla damgalanıyorlar.
2006’da Başbakan Manmohan Singh’in atadığı özel bir komite, Müslümanların yüzleştiği dezavantajları sıralayan ve önerilerde bulunan Sachar Raporunda, Müslümanların içinde bulunduğu sosyo-ekonomik şartları değerlendirdi. Ders kitaplarının yeniden gözden geçirilmesi, dini hoşgörünün arttırılması, işsizlik oranları ile savaşılması, medreselerin açılması konuları üzerine yoğunlaşan rapor, gerekli tüm verilere yer vermesine rağmen, Müslümanların neden ve nasıl marjinalleştirildikleri üzerine açık bir analiz yapmıyor.
Hindu milliyetçilerinin partisi olan BJP raporu kıyasıya eleştirmekle kalmadı, hatta Müslümanların kesinlikle ayrımcılığa uğramadığını, bu araştırmanın çarpıtılmış, siyasi amaçlı ve tehlikeli olduğunu bile ifade etti.
Birkaç Öneri Niyetine…
Veri toplama, şeffaflık, izleme ve raporlama Hindistan’daki temel eksikliklerden. Yeni kuşak Müslümanlara topluluğun imajının yeniden inşasında önemli görevler düşüyor. Hint Müslümanlarının kimlik, güvenlik ve eşitlik başta olmak üzere ‘dahil olma’ (inclusion) hakkının ihlal edilmemesi ve devletin tüm ideolojik aygıtlarında Müslümanları kurbanlaştırıcı ve şeytanileştirici söylemlerden uzak durulması yönünde telkin yapacak bir Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun Hükümet tarafından ivedilikle oluşturulması gerekmekte.
Müslümanların da “sürekli ayrımcılığa uğruyoruz, dışlanıyoruz” edebiyatından kurtulması lazım. Dünyanın her yerindeki azınlıklar gibi baskılarla karşılaşacakları gerçeği ile yüzleşmeleri gerekiyor. Özellikle de Müslümanlar arasındaki eğitimden ve yetenekten yoksun, işsiz kesimlere kendilerini geliştirmeleri gerektiğini anlatmak yerine, Müslüman karşıtı ayrımcılığa tabi tutulduklarını söylemek ve yetersizliklerini örtbas etmek üzere komplo teorileri üretmek, gerçeklerden kaçmak ve sorumluluğu baştan savmaktan başka bir şey değildir.